25 Kasım 2015 Çarşamba

ÖĞRETMENLER ARASI ANI YAZMA YARIŞMASINDA ÖDÜL ALAN BİR ÖĞRETMENİN ANISI....

Hangi Beyaz Daha Beyaz?

   On yıl önceydi.Yaşanmış, yaşanan ve de yaşanacak bakışmalar,selamlaşmalar,tebessümler haftanın  beş günü boyunca açılıp kapanan kapıların gıcırtıları, yapılan uyarılara rağmen  küçük haylazların koşuşturmaları, merdivenlerin trabzanlarından kanat takmışçasına kayışları, kantin sırasındaki itişmeleri, ödevini yapamayan miniklerin bilindik mazeretleri, fotokopi makinesinin önündeki eğitimci arkadaşların öncelik mücadelesi,  makinenin birkaç seferden sonra kağıtları sıkıştırması, bu duruma karşı verilen tepkiler, müdürün yaka silkişi, koridorları paspaslayan hizmetlilerin çatık kaşları, öğretmelerine “günaydın” yarışındaki çocukların seslerini duyurma çabaları, belli periyotlarda çalan zilin nağmesi, öğrenci velilerinin her defasında  evlatlarıyla ilgili soruları ve aldıkları cevaplar, sonrasındaki yılgın ya da gururlu  çehreleri, takvimden koparılan her yapraktan sonraki gelmesi beklenen günler…
   Şimdiye kadar her şey aynıydı.Günlerden 24 Kasım ve kutlanagelen bir gündü. Öğrenciler getirdikleri hediyelerin en güzel  ve özel olduğu hissiyle tepkimi beklerken, ben ise bu günün anlam ve öneminin madde boyutuna indirgenmesinin ruhumda yarattığı hezeyanı belli etmemek için, içimdeki fırtınalarla boğuşuyordum.Bana o gün için o ana kadar “Ne dilersin?”  diye sorsalardı takvimin o günü atlamış olmasını dilerdim. Getirdikleri hediyeleri almak için belki harcaması gereken harçlıkları  bu cafcaflı  kaplıkların içindeki için feda etmişlerdi. Bugün onlar için belki çok özel bir gündü. İstikballerine şekil verecek olan “ben”i, bu günde çok mutlu etmek istiyorlardı. Benim üzüntümün yegane sebebi hediye almak isteyip de, arkadaşlarının yanında sinmiş olan  diğer arkadaşlarının mahcubiyetleriydi.
  Zaman sanki donmuştu. Bırakın saniyeleri, saliseler dahi ilerlemekte nazlanıyordu. Yaşanması gerekenler yaşanıyordu ve de yaşanacaktı. Ellerindeki hediyeleri masama bırakıp yanaklarından öptüğüm öğrencileri sıralarına teker teker uğurlarken, gözlerimi yerlerinde mahcup olan öğrencilerimden kaçırmaya çalışıyordum.  Masamın üstünde biriken hediyeler üzerimde manevi bir ağırlık teşkil ederken seremoninin bitmesi ve dersime başlamak için sabırsızlanıyordum. Son öğrencimi de sırasına uğurladıktan sonra kendimi ilk paragraftaki akışa bıraktım.
     Hayatta pek çok kez yanılmıştım. Pek çok kez de keşke demiştim.O anda ilk paragraftaki akışın yaşanmaya devam edeceği düşüncesiydi. Bunun böyle olmayacağını ders bitiminde sınıf defterini doldururken anlayacaktım. Bir el gazete kağıdına  özensizce sarılmış hediyesini bana uzatıp boynuma sarıldı. İki elimle yanaklarından tutup öptüm. O maviş, boncuk bakışlar mahcubiyet doluydu. Koşarak yanımdan uzaklaştı. Kimin ne getirdiğinin önemi yoktu.Bu yüzden de hediyelerimi hiçbir zaman öğrencilerimin yanında ya da sınıfta açmazdım. Fakat o son gelen  hediyeyi nedense açtım. O an, şu anda bile gözlerimin önüne geliyor. Gazete kağıdının içinden babası ya da abisinin giydiği iyi yıkanmamış bir çift beyaz çorap çıktı. O çoraplar benim zihnimden, hayallerimden, düşüncelerimden, daha doğrusu bana ait her şeyden daha temiz daha saf ve daha beyazdı.

     O günden sonra  bana ‘’Hangi beyaz daha beyaz?’’, diye sorsalar benim cevabım belliydi. Sizce “Hangi beyaz daha beyaz?’’                                                          

KIŞ VE EV ETKİNLİĞİMİZ